- Kentsel Dönüşüm ve Kentsel Dönüşüm Avukatı
- Kentsel Dönüşüm Hukuku
- 6306 Sayılı Kanunun Amaç ve Kapsamı
- Riskli Yapılardaki Konut Sahibi ve Kiracılar İçin Yardımlar
- Konut Sahibi İçin Yardımlar
- Riskli Yapılardaki Konutlar İçin Anlaşma Sağlanınca Kiracılar İçin Yapılan Yardımlar
- Diğer Yardım ve Teşvikler
- Yargıtay Kararı
Kentsel Dönüşüm ve Kentsel Dönüşüm Avukatı
Kentsel dönüşüm, şehirlerdeki eski ve riskli yapıları yenilemek veya yeniden yapılandırmak amacıyla yapılan projelerdir. Kentsel dönüşüm avukatı, bu tür projelerde hukuki destek sağlayan ve danışmanlık yapan bir uzmandır. Kentsel dönüşüm avukatı, mülk sahiplerinin haklarını korumak, tazminat talepleriyle ilgilenmek, proje sözleşmelerini incelemek ve hukuki süreçlerde rehberlik etmek gibi görevler üstlenir. Ayrıca, kamulaştırma davaları, proje anlaşmazlıkları ve yerel yönetimlerle olan ilişkilerde de yardım edebilir.
Kentsel Dönüşüm Hukuku
Kentsel dönüşüm hukuku, şehirlerdeki yapıların ve altyapıların modernize edilmesi amacıyla yapılan hukuki düzenlemeleri kapsar. Bu hukuk dalı, eskiyen veya riskli bölgelerdeki yapıları yenilemek, rehabilite etmek ve modern standartlara uygun hale getirmek için belirlenen kurallar ve süreçleri içerir. Türkiye’ de kentsel dönüşüm hukuku, genellikle 6306 sayılı ‘’ Afet Riski Altındaki alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’’ gibi düzenlemelerle çerçevelenir. Bu kanun, riskli yapıların tespiti yıkımı, yeniden inşası ve bu süreçlerde izlenecek prosedürleri belirler.
Kentsel dönüşüm hukuku kapsamında ele alınan başlıca konular şunlardır:
- Riskli yapıların ve alanların belirlenmesi
- Kamu ve özel sektördeki paydaşların rol ve sorumlulukları
- Hak sahiplerinin ve kiracıların hakları ve yükümlülükleri
- Tazminat ve mülkiyet sorunları
- Sosyal ve ekonomik etkiler
Bu hukuk dalı, şehirlerin daha güvenli, yaşanabilir ve sürdürülebilir hale getirilmesini amaçlar, ancak uygulama sürecinde toplumsal ve hukuki sorunlar da ortaya çıkabilir.
Ülkemizde kentsel dönüşüm uygulamaları genel itibarıyla;
- 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca “Riskli Yapı” bazında ve/veya, “Riskli Alan” ve “Rezerv Yapı Alanı”
- 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 73. maddesi uyarınca “Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Alanı”
- 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun uyarınca “Yenileme Alanı”
olarak belirlenen alanlarda gerçekleştirilebileceği belirtilebilir.
6306 Sayılı Kanunun Amaç ve Kapsamı
Amaç 6306 Sayılı kanunun amacı, anılan kanunun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde “Bu Kanunun amacı; afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemektir.” şeklinde açıkça belirtilmiştir. Yani diğer bir deyişle; riskli alanlar ile riskli alan dışında kalan riskli yapıların bulunduğu yerlerde sağlıklı ve güvenli yaşam alanları oluşturmak kanunun temel amacı olarak belirtilebilir. Görüldüğü üzere kanun, yalnızca deprem riskini konu edinmemiştir. Mezkûr düzenlene ile bir taraftan can ve/veya mal güvenliği üzerinde doğal afetler sebebi ile meydana gelebilecek olası zararları önlemek adına var olan risklerin kaldırılması amaçlanırken; diğer taraftan ise, ülkemizdeki 1950’li yıllardan itibaren başlayan hızlı kentleşmenin etkisi ile artan nüfus yoğunluğunun doğurduğu çarpık, düzensiz ve plansız kentleri, kentsel dönüşüm uygulamaları ile planlama esaslarına şehircilik ilkelerine uygun bir şekilde sağlanması sureti ile sağlıklı, düzenli ve planlı alanların oluşturulması hedeflenmektedir.
Buna karşılık kanunun genel gerekçesi incelendiğinde; genel olarak anılan bu kanuni düzenlemenin temel amacı, başta deprem olmak üzere afet riski altındaki alanların ivedilikle dönüştürülmesi gerekliliği, meydana gelmesi kuvvetle muhtemel doğal afetler karşısında can ve mal kayıplarının, sosyal ve iktisadi zararların önlenmesi ya da en aza indirilmesi, mülkiyet hakkına saygı, sağlıklı ve düzenli bir yerleşme, daha az maliyet ile en fazla sosyal faydanın temini, kaynakların planlı, sağlıklı ve verimli kullanılması ilkelerinin hayata geçirilmesi; dönüştürme, yeniden geliştirme ve yapılaşma hizmetlerinin Devlet ve ilgili kamu kurum ve kuruluşları eliyle belirli bir plan, program ve düzen içinde gerçekleştirilmesi ve böylece meydana gelen ya da gelebilecek olan düzensiz yapılaşmaların önüne geçilmesi, yerleşme ve yapı emniyetinin temin edilmesi şeklinde ortaya konulmuştur. 6306 Sayılı kanunun tüm bu belirtilen amaçları esasen kanunun varlık sebebini oluşturmakta olup hukuka aykırı uygulamaların önünde ilk engel olarak görülmektedir. Bununla birlikte; kanunun uygulamasında belirtilen amaçlarından sapma söz konusu olması halinde birtakım mağduriyetlere yol açacağı kuvvetle muhtemel olup en başta Anayasa 35. maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlali gündeme gelebilecektir. Gerçekten de 6306 Sayılı kanunun varlık nedenini ortaya koyan kanunun gerçekleştirmeyi hedeflediği amaçlar doğrultusunda kentsel dönüşüm gerekliliğinin somut, objektif, bilimsel ve niceliksel ölçütlerle ortaya konulması önemlidir. Nitekim Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu (İDDGK) yakın tarihte verdiği önemli bir kararında idarece riskli alandaki binalar üzerinden yapılan incelemenin ve hazırlanan raporun objektif ve bilimsel olmadığı, gözlemsel bir incelemede bulunulduğu ve niceliksel ölçüt verilmediği, karot alımında örnekleme metodunun kullanılmadığı dolayısıyla mezkûr binaların hangi yönleri ile can ve mal kaybına yol açabileceğinin ortaya konulmadığı söz konusu alana dair detaylı zemin etüdü verisi ve buna bağlı olarak su taşkını konusunda yeterli veri bulunmadığından hareketle dava konusu bölgeyi riskli alan ilan eden Bakanlar Kurulu kararının iptaline karar vermiştir. Ayrıca doktrinde İNAL, 6306 Sayılı kanunun bugüne kadarki gerçekleştirilen uygulaması açısından yapılan faaliyetlerin büyük oranda “bina yenileme” olarak gerçekleştiğini, kentsel tasarım projelerini içermediğini ve bu kapsamda kanunda belirtilen diğer amaçların gerçekleşebilme olasılığının oldukça düşük olduğunu ifade etmektedir.
Kapsamı
Riskli yapı tanımından da anlaşılacağı ekonomik ömrünü tamamlamış yapılar, yıkılma tehlikesi bulunan yapılar ve ağır hasar görme riski taşıyan yapılar olmak üzere üç çeşit riskli yapı türü riskli yapıların kapsamını oluşturmaktadır. 6306 Sayılı kanunun düzenlemesinde; sadece can ve mal riski sebebi ile bir yapının dönüştürülmeye tabi tutulamayacağı, ekonomik ömrünü tamamlamış yapıların da ilmi ya da teknik verilere göre tespit edilmesi halinde riskli yapı olarak müdahalede bulunulacağı anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma, eğlenme veya dinlenmelerine veya ibadet etmelerine yarayan yapılar ile hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapıların genel olarak, riskli yapı kapsamında olduğu buna karşılık; inşaat halinde olup ikamet edilmeyen yapılar ile metrukluk veya başka bir sebeple statik bakımdan yapı bütünlüğü bozulmuş olan yapılar riskli yapı kavramının kapsamı dışındadır (Uygulama Yönetmeliği 7/1. madde). Kural olarak, bir arsa üzerine çatılı olarak yapılmış her türlü yapı, riskli yapı kapsamına girmektedir. Bu doğrultuda; sadece kat mülkiyetine tabi yapılar değil, kat irtifakı kurulmuş ve ancak kat mülkiyetine geçmemiş yapılar, fabrika, tesis, atölye vb. olarak amaçlarla kullanılan işyerleri, yapı olarak kayıtlı olmakla birlikte yapı kullanım izin belgesi alınmamış ve tapuda arsa statüsünde bulunan yapılar da riskli yapı kapsamındadır. Buna karşılık; sadece arsa niteliğinde bulunan ve üzerinde herhangi bir yapı bulunmayan bir taşınmazın riskli yapı olarak değerlendirilebilmesi olanaklı değildir. Fakat örneğin, riskli yapı yanında bulunup da imar kanunu hükümleri uyarınca tevhit edilmek sureti ile birlikte inşai faaliyet yapılması planlanan taşınmazlar da riskli yapının sahip olduğu/olacağı haklardan faydalanabileceği ifade edilmektedir.
Riskli Yapılardaki Konut Sahibi ve Kiracılar İçin Yardımlar
Konut Sahibi veya Kiracılar ‘Hak Sahipleri’ diye tabir edilir.
Konut Sahibi İçin Yardımlar
Devlet ile anlaşarak riskli yapıyı tahliye eden hak sahiplerine bu yapılarda ikamet edenlere geçici konut veya kira yardımı yapılmaktadır.
Mal sahibi olanlara proje başından itibaren 18 ayı aşmamak şartı ile aylık kira yardımı alır. Yeni bir bina almak isterse geri ödemeli, faiz destekli 100.000 TL ‘ lik kredi alması için yardımcı olunmaktadır.
Riskli Yapılardaki Konutlar İçin Anlaşma Sağlanınca Kiracılar İçin Yapılan Yardımlar
1 yıl veya 1 yıldan fazla kiracı olanlara taşınma masrafı konusunda geri ödemesiz maddi yardım ve teni bir bina almak isterse geri ödemeli, faiz destekli 100.000 TL’lik kredi alması için yardımcı olunmaktadır.
Diğer Yardım ve Teşvikler
Uygulama yönetmeliğinin 16/9. maddesi kapsamında hak sahiplerine yönelik tanınan kira yardımı ile kredi ve faiz yardımından başkaca yardım, teşvik ve kolaylıklar da bulunmaktadır. Buna göre,
- İlgili kurum veya gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerince yapılacak olan işlem, sözleşme, devir ve tesciller ile uygulamalar, noter harcı, tapu harcı, belediyelerce alınan harçlar, damga vergisi, veraset ve intikal vergisi, döner sermaye ücreti ve diğer ücretlerden; kullandırılan krediler sebebiyle lehe alınacak paralar ise banka ve sigorta muameleleri vergisinden muaftır (Uygulama Yönetmeliği 16/9-(a)).
- Uygulama alanında gerçek kişiler veya özel hukuk tüzel kişilerince, İlgili kurum adına değil de kendi adlarına uygulamada bulunulması halinde, yapıların mevcut alanları için daha önce belediyelerce alınan harç ve ücretlere ilave olarak, sadece kullanım maksadı değişiklikleri ile yapı alanındaki artışlar için hesaplanan harç ve ücret farkları alınır (Uygulama Yönetmeliği 16/9-(b)).
- Uygulama alanındaki mevcut yapıların imar mevzuatına uygun olup olmadığına bakılmaksızın, uygulama yönetmeliğinin 16/9-(a) ve 16/9-(b) bentlerinde belirtilen vergi, harç ve ücret muafiyetleri uygulanır.
- İlgili kurum ile uygulama alanındaki yapıları malik olarak kullanan gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerince yapılan;
- Uygulama alanındaki yapıların dönüşüme tabi tutulmadan önce ilk satışı, devri, tescili ve ipotek tesis edilmesi işlemleri ile Kanun kapsamında yapılacak uygulamalar neticesinde meydana gelen yeni yapıların ilk satışı, devri ve tescili işlemleri
- Kanun kapsamındaki bir yapıdan dolayı, kredi desteğinden faydalanarak veya tamamen kendi kaynaklarını kullanarak, uygulama alanında veya uygulama alanı dışındaki parsellerde yeni bir yapı yapılması ya da mevcut bir yapının satın alınması veya ipotek tesis edilmesi işlemi, Kanun uyarınca yapıldığından, bu işlem ve uygulamalar ile uygulama alanındaki yapılarla ilgili olarak; noterler, tapu ve kadastro müdürlükleri, belediyeler ve diğer kurum ve kuruluşlar nezdinde Kanun uyarınca yapılan diğer işlemler hakkında (a) ve (b) bentlerinde belirtilen vergi, harç ve ücret muafiyetleri uygulanır.
Yargıtay Kararı
22/06/2023 2022/2067Esas 2023/1610 Karar
T.C. İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 6. HUKUK DAİRESİ
DOSYA NO: 2022/2067
KARAR NO: 2023/1610
TÜRK MİLLETİ ADINA İSTİNAF KARARI
İNCELENEN KARARIN MAHKEMESİ: İSTANBUL ANADOLU 30. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ: 24/03/2022
NUMARASI: 2021/498 ESAS- 2022/169 KARAR
DAVA KONUSU: Muhdesatın Tespiti
KARAR:
Yerel mahkemece verilen 24/03/2022 tarihli karara karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuş, dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere Dairemize gönderilmiş olmakla yapılan inceleme sonucunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, müvekkilinin davaya konu olan İstanbul İli, Tuzla İlçesi, 5 Pafta 2027 Parsel kayıtlı taşınmaz ve üzerindeki yapının maliki, davalının ise Tuzla İlçesi, 5 Pafta 2024 ve 2028 parsellerin maliki olup davacının bitişik parsel komşu olduğunu, müvekkili ile davalının uzun yıllar birlikte yaşadıklarını, davalının işine yakınlığı sebebi ile Tuzla’da yaşamaya karar vererek burada kendi ihtiyaçlarını karşılayacak bir ev yapmak istediklerini ancak taşınmazların bulunduğu mevkiin sit alanı olması sebebiyle yeni bir yapı inşa ettirmeleri mümkün olmadığını, bu nedenle müvekkilinin üzerinde küçük bir yapı bulunan 2027 numaralı parseli satın aldığını, davalının da bitişikte bulunan 2024 ve 2028 numaralı parselleri satın aldığını, davacının sonraki yıllarda 2027 numaralı parseldeki metruk taşınmazı ihya ederek bugünkü haline getirdiğini, mülkiyeti davacıya ait 2027 parsel üzerindeki villa tipi taşınmazın, 2024 numaralı davalıya ait parsele taştığını, ancak bu taşmaların bilinçli olmayıp 15.10.2010 tarihli “Antik Mendirek Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı” sonucu oluştuğunu, davacının yapıyı satın aldığı tarihte tapu kütüğünde böyle bir kayıt bulunmadığını, müvekkilinin 20 yıldır bu taşınmazda ikamet ettiğini, 2013’ten itibaren emlak vergilerinin düzenli olarak müvekkili tarafından ödendiğini, taşınmaza ait aboneliklerin müvekkiline ait olduğunu, müvekkili ile davalının uzun yıllar sonra ayrılmış bulunduğundan, davaya konu İstanbul İli, Tuzla İlçesi, 5 Pafta, 2024 Parsel numaralı taşınmaz üzerinde yapılan inşaatın malzemelerinin ve işçiliklerinin davacı tarafından yaptırıldığının tespitini, muhdesat bedelinin bilirkişiler aracılığıyla tespiti ile davalıdan belirsiz alacak olarak şimdilik 10.000 TL’nin tahsilini talep etmiş, bilahare ıslah dilekçesi ile somut davadaki istemlerinin 2024 parsel ve 2028 parsel nolu taşınmazlara ilişkin olduğunu beyan etmiştir.
Davalı, davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece yapılan yargılama sonucunda, davanın davacıya ait davaya konu İstanbul ili, Tuzla ilçesi, Merkez mahallesi 2027 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki yapının, 2024 parsel ve 2028 parsel sayılı taşınmazlara taşan kısmına yönelik muhdesat aidiyetinin ve bedelinin tespiti ile tahsili istemine ilişkin olduğu, tapu kayıtlarının incelenmesinde; davaya konu İstanbul ili, Tuzla ilçesi, Merkez mahallesi 2024 ve 2028 parsel sayılı taşınmaz malikinin davalı, 2027 parsel sayılı taşınmaz malikinin davacı olduğunun anlaşıldığı, dosya arasına alınan İstanbul Anadolu 10. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2021/609 Esas sayılı dosyasının incelenmesinde; davacı tarafın T1, davalı tarafın T3 olduğu, bu kapsamda anılan dosya ile işbu dosya taraflarının aynı olduğu, davaya konu istemin ise davacıya ait davaya konu İstanbul ili, Tuzla ilçesi, Merkez mahallesi 2027 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki yapının, 2024 parsel ve 2028 parsel sayılı taşınmazlara taşan kısmına yönelik davacı lehine, uygun bir bedel karşılığında irtifak hakkı kurulmasına, yapılacak bilirkişi incelemesinde bunun mümkün olmamasının anlaşılması halinde, tespit edilecek bedel karşılığında taşan kısmın bulunduğu arazi parçasının davacı adına tescilinin talep edildiği, dosyanın halen derdest olduğu, Öğretide ve Yargıtay’ın devamlılık gösteren uygulamalarında, taşınmaz hakkında derdest ortaklığın giderilmesi davasının, kentsel dönüşüm uygulamasının ya da kamulaştırma işleminin bulunması gibi istisnai durumlarda muhdesatın tespiti davasının açılmasında güncel hukuki yararın bulunduğunun kabul edildiği, somut davada davacıya ait davaya konu İstanbul ili, Tuzla ilçesi, Merkez mahallesi 2027 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki yapının, 2024 parsel ve 2028 parsel sayılı taşınmazlara taşan kısmına yönelik muhdesat aidiyetinin ve bedelinin tespiti ile tahsili isteminde bulunulmuş ise de, taşınmaz hakkında derdest ortaklığın giderilmesi davasının, kentsel dönüşüm uygulamasının ya da kamulaştırma işleminin bulunması gibi istisnai durumların söz konusu olmadığı, kaldı ki, davacı tarafça İstanbul Anadolu 10. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2021/609 Esas sayılı dosyası kapsamında taşan kısımlara yönelik irtifak hakkı kurulması, terditli tescil isteminde bulunulduğu, bu bağlamda da eldeki davada hukuki yararın varlığından söz edilebilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle, davanın hukuki yarar yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmiş, karar davacı vekilince istinaf edilmiştir.
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle, dava dilekçesinde ve aşamalarda sunulan dilekçelerdeki beyanları tekrarla, öncelikle dava sonuna kadar 2024 ve 2028 parsel no.lu taşınmazlar üzerine 3.kişilere devir ve temlikin önlenmesi için ihtiyati tedbir konulmasına, muhdesatın tespiti davasının açılmasında güncel hukuki yararın bulunması sadece taşınmaz hakkında derdest ortaklığın giderilmesi davası, kentsel dönüşüm uygulaması ya da kamulaştırma işleminin bulunması halleri ile sınırlı olmadığından, dava konusu muhdesatın taştığı, davalıya ait taşınmazlar davalının ipotek ve haciz borçları nedeni ile icra satışına konu olup yasa gereği mükellefiyetler listesinde muhdesatın tespit edilmesi ve ileride ihale sonucunda satış halinde davacıya muhdesat değeri kadar pay ayrılması gerektiğinden ve buna göre davacının dava açmakta hukuki yararının bulunduğu açık olduğundan icra satış ilanında davacıya ait dava konusu villa hatalı olarak davalıya ait parsellere dahil gösterildiğinden, İstanbul Anadolu 10. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde “taşan kısımlara yönelik irtifak hakkı kurulması, terditli tescil” talepli dava ile “muhdesatın kime ait olduğunun tespiti ve bedelinin tespiti ile tahsili” talepli işbu davanın konuları tamamen farklı olduğundan, Yerel Mahkemenin usul ve yasaya aykırı ret kararının kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
Dava, muhdesatın tespiti isteğine ilişkindir.
Bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur (4721 sayılı TMK 684/1 m).Arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar. Bu mülkiyet kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere kalıcı yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer (TMK 718 m). 22/12/1995 tarih ve 1/3 sayıl ı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulandığı gibi Eşya Hukukunda, muhdesattan, bir arazi üzerinde kalıcı yapı ve tesisler ile bağ ve bahçe şeklinde dikilen ağaçları anlamak gerekir. Muhdesat, şahsi bir hak olup (TMK 722, 724, 729 m.ler), sahibine arazi mülkiyetinden ayrı bağımsız bir mülkiyet veya sınırlı bir ayni hak bahşetmez. Taşınmaz üzerindeki kalıcı yapı, ağaç gibi bütünleyici parça niteliğindeki muhdesatların taşınmazın arzından ayrı bir mülkiyetinin varlığından söz edilemez. Açıklanan bu ilke ve esaslara göre, kural olarak muhdesatın arz malikinden başkasına aidiyetinin tespiti istenemez.
Tespit davası, kendine özgü davalardan olup dava sonucunda istihsal edilecek ilamın icra ve infaz kabiliyeti bulunmamaktadır. Bunun doğal sonucu olarak da bu davaların uygulama alanı sınırlıdır.Bilindiği üzere, tespit davalarının görülebilmesi için güncel hukuki yararın bulunması (6100 sayılı HMK 106/2 m) ve dava sonuçlanıncaya kadar da güncelliğini kaybetmemesi gerekir. Tespit davaları eda davalarının öncüsüdür. Bu nedenle eda davası açılmasının mümkün olduğu hallerde, tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunmadığı kabul edilmektedir. Hukuki yararın bulunması dava şartı olup, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülebileceği gibi, hakim tarafından da re’sen gözetilir. Hukuki yararın bulunmadığının tespiti halinde davanın, dava şartı yokluğu gerekçesiyle usulden reddine karar verilmelidir(HMK 114/1- h, 115 m.)
Öğretide ve Yargıtay’ın devamlılık gösteren uygulamalarında, taşınmaz hakkında derdest ortaklığın giderilmesi davasının, kentsel dönüşüm uygulamasının ya da kamulaştırma işleminin bulunması gibi istisnai durumlarda muhdesatın tespiti davasının açılmasında güncel hukuki yararın bulunduğu kabul edilmektedir.
Bu açıklamalara göre somut olaya bakıldığında; dava konusu muhdesatın üzerinde bulunduğu taşınmaz hakkında görülmekte olan ortaklığın giderilmesi davası mevcut olmayıp, kentsel dönüşüm uygulamasının ya da kamulaştırma işleminin bulunmadığı gibi davacının da taşınmazda paydaş olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda davacının tespit davası açmakta güncel hukuki yararı bulunmamaktadır. Hukuki yarar dava koşuludur. (HMK.114/1- h) Mahkemece davanın yazılı gerekçeyle reddine karar verilmiş olmasında usul ve yasaya aykırı yön görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin istinaf taleplerinin esastan reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM:
1- İstanbul Anadolu 30. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2021/498 Esas, 2022/169 Karar sayılı ve 24/03/2022 tarihli kararı usul ve esas yönünden hukuka uygun bulunduğundan davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK.nun 353/1- b.1 maddesi gereğince esastan REDDİNE,
2- İstinaf harçları peşin alındığından yeniden harç alınmasına yer olmadığına,
3- İstinaf başvuru giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,
4- Gider/delil avanslarından kalan kısım bulunduğu takdirde karar kesinleştiğinde istek halinde ilgili tarafa iadesine,
Dair, tarafların yokluğunda dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda HMK.nun 353/1- b.1 ve aynı kanunun 7035 sayılı kanunla değişik 361. maddesi uyarınca tebliğ tarihinden itibaren 2 hafta içinde Yargıtay nezdinde temyiz kanun yolu açık olmak üzere oy birliği ile karar verildi.
